Ahmet AKGÖNÜLLÜ


ASKER ARKADAŞIM

Yıl 1983, yaz tatili başlıyor. Ancak bizim için tatil değil de telaşlı bir yaz başlıyor. Çünkü askere alınacağız. Yerimiz bile belli.


Yıl 1983, yaz tatili başlıyor. Ancak bizim için tatil değil de telaşlı bir yaz başlıyor. Çünkü askere alınacağız. Yerimiz bile belli. Arkadaşımız Salih Kanmış ile beraber Denizli ye düştük. Artık askere gidiyoruz. Sabah erken denilecek saatte evden çıktık, buluştuk ve yolculuk başladı. Öğleden sonra Denizli ye varmıştık. Hani merhum Özay Gönlüm 'ün ve güzel horozu olan ilimiz. Bir telaş başladı. Teslim olmadan önce tıraşınızı olduk, ve daha o şerefli elbiseyi giymeden kafalarımız kabak olmuş; birbirimizi tanıyamaz olmuştuk. Artık nizamiyeden giriş vakti gelmişti. Kapıda tek aira olmuş içeri alınıyorduk. Rütbesini hatırlayamadığım bir komutan "Hadi iyisiniz hafta sonu bayram iznine gidiyorsunuz." deyince şaka zannettik. Gerçekten Haftasonu bizi Ramazan bayramı iznine gönderdiler evimize sahura yakın gelebildik. Salih 'in anlattığına göre rahmetli Hilmi amca endişeli bir şekilde "Ne oldu ya kaçtınız mi" demesi komik bir hatıra. Tabi bizimkilerde de aynı endişe. Bayrami dokuz gün tatille geçirdik. Anlatmak istediğim aslında farklı bir insan. Adi Ahmet CÜCÜK... Adaşım Adıyamanlı renkli bir sima. Zeki ve nüktedan bir öğretmen. Kars 'ta ilk gore ve başlarken tanıdığım ve hala dosttan öte olan Sedat in bana anlattığı Ahmet CÜCÜK. Tabi tatillerde Sedat adaşıma beni de anlatıyormuş.

Artık bayram bitmiş, askerlik başlamıştı. Sabahın erken saati kalk, mıntıka temizliği yap, kahvaltıyı kazan çayı ile yaptıktan sonra talim alanına geçiş. Temmuz sıcağında talim. Zor geliyordu ama zevkli tarafları da vardı. Öğle istirahati ve yemeginden sonra çay keyfi. Ama keyif ki sorma gitsin. Yemekten sonra soraya girer demlik ile çay alırdık.

Bir gün yine çay sırasındayım. Dikkatimi on sırada çay kuyruğundaki birine takıldı kaldı. Sanki tanıyordum. Kafam gidip geliyor,. Nereden tanıyorum bunu. Adaşım Ahmet tanınmayacak bir sima değil. Boyu kısa, esmer, ama kendine has bir tıp. Ayaklarım gayri ihtiyari beni yanına götürdü. Arkasında dokunarak söze başladım.

Arkadaşım nerelisin?

Hayatımda unutamayacağım Davudi bir sesle ,

Adıyaman dedi. Ben daha

Adın ne diye soramadan.

Ulaaaa!!! Sen bizim Sedat in dediği Ahmet sin demez mi. Hemen şimşekler çaktı sanki. Sarildim, ama çay sırasını da kaptırmadık. Dedim ya çay çok önemli. Sedat in anlattığı Ahmet CÜCÜK karşımdaydı. Çaylar alındı, içildi. Sohbet artık boş zamanlarda devamliydi.

Ahmet Davudi ve çok gür bir sesi olduğu gibi boyu kısa, gözlükleri de Şişe dibi gibi camlarıyla seçilirdi. Kısa boylu olması hasebiyle sıranın sonunda olurdu. Bende ortalarda. Aynı bölük, hatta aynı takımdayız.. Beraber talimlere gider, Beraber yürür, Beraber istirahat ederdik. Hatta bolugumuzde çok uzun boylu bir astsubay vardı. Usanmış arka sıralara Vosvoslar derdi. Adaşım Ahmet " Ya bundan birşey kaçmıyor Radar gibi demiş ve astsubayın adı RADAR kalmıştı.

Bir gün yine talim alanındayız. Kendi kendimize komutlar vererek hem askerliğin icadını yerine getiriyoruz, hem de zaman geçiriyoruz. Adaşım Ahmet karşımıza geçti, başladı bizlere komut vermeye. O esnada lakabı Radar olan uzun boylu astsubay yanımıza gelerek adaşımın tepesine dikildi. Biraz alaycı bir tavırla söze başladı.

Başka komutan bulamadınız mi? deyince Adaşım Ahmet sözünü esirgemeden verdi cevabı.

Ne yani siz şimdi aklın boyda olduğunu mu söylediniz? deyince bizim radar komutan ne diyeceğini bilemedi, yavaşça

Size şaka da yapılmıyor ya, diyerek bırakıp gitmişti.

Askerlik bitti. Yıllar geçti. 1996 yılında Sedat, rahmetli Selahattin ve Sadat ile yanıma geldiler ve güzel bir tatil geçirdik. Şimdi Adıyaman da. Emekli olduğunu biliyorum.

Askerlik arkadaşım, dostum

Çok renkli bir insan,

Çok zeki bir öğretmen.

Selam olsun sana dost